Yayınlamak mı yayımlanmak mı ?

Koray

New member
“Yayınlamak mı, Yayımlanmak mı?” Bilimsel Bir Bakış, İnsani Bir Tartışma

Selam dostlar,

Bugün sizlerle hem dilin derin anlam katmanlarına hem de bilimin paylaşım biçimlerine dokunan bir konuyu konuşmak istiyorum: “Yayınlamak mı, yayımlanmak mı?”

Bu soru sadece bir dilbilgisi tartışması değil; aynı zamanda bilginin üretimi, dolaşımı ve etkisi üzerine düşünmeyi gerektiriyor.

Kulağa basit gelse de, arkasında dilin evrimi, bilginin yayılımı ve hatta akademik kültürün dönüşümü yatıyor.

Gelin, bu konuyu birlikte hem bilimsel hem toplumsal bir merakla ele alalım. Ve tabii sonunda sizden de duymak isterim: Sizce bilgiye değer kazandıran şey, onu “yayınlamak” mı, yoksa “yayımlanmak” mı?

---

Kavramların Kökeni: Yayınlamak ve Yayımlanmak Arasındaki Fark

Dilbilimsel açıdan bakıldığında iki kavram da Türkçe kökenlidir.

“Yayınlamak”, bir eylemin faili olmayı ifade eder — yani bir kişi, kurum veya topluluk, bir içeriği bilinçli olarak paylaşır.

“Yayımlanmak” ise edilgen bir biçimdir; içerik bir başkası tarafından, genellikle bir sistem veya kurum aracılığıyla kamuya açılır.

Örneğin:

- “Makalesini yayınladı” dediğimizde kişi aktiftir.

- “Makalesi yayımlandı” dediğimizde ise süreç daha edilgendir; yayınlayan bir yapı vardır.

Türk Dil Kurumu’na göre her iki kullanım da doğru kabul edilir, ancak “yayımlamak” biçimi daha Türkçe, yani daha arı dil formu olarak önerilir.

Fakat mesele yalnızca bir kelime tercihi değil — bu iki sözcük arasındaki fark, bilginin paylaşım biçimiyle ilgili daha derin bir anlam taşır.

---

Bilimsel Perspektif: Bilgi Paylaşımının Evrimi

Bilimsel literatür açısından “yayınlamak” eylemi, araştırmacının aktif rolünü vurgular.

Bilim insanı üretir, düzenler, değerlendirir ve topluma sunar.

Ancak “yayımlanmak” — özellikle hakemli dergilerde — sürecin kolektif, kurumsal ve sistematik doğasını gösterir.

Bir makalenin yayımlanması, bireysel değil kurumsal bir onay sürecinin sonucudur.

Araştırmalar gösteriyor ki, yayın süreçlerinde bu iki yönün dengesi giderek değişiyor.

Örneğin 2023 yılında Nature Human Behaviour dergisinde yayımlanan bir inceleme, bilim insanlarının %68’inin “yayın sürecinin kişisel üretimden çok sistemsel onay üzerine kurulu hale geldiğini” düşündüğünü ortaya koyuyor.

Yani “yayınlamak” giderek “yayımlanmak”a dönüşüyor.

Bu da bizi şu soruya getiriyor:

Bilim, bireysel bir üretim mi, yoksa sistemsel bir onay mekanizması mı haline geldi?

---

Erkeklerin Bakışı: Veri, Süreç ve Sistem Odaklılık

Forumda yapılan önceki tartışmalarda dikkatimi çeken bir şey var:

Erkek katılımcılar genellikle bu konulara analitik bir gözle yaklaşıyorlar.

Onlara göre mesele kelime değil, süreçtir.

Yani “yayınlamak mı yayımlanmak mı?” sorusu, aslında bilimsel verinin nasıl üretildiği ve denetlendiği sorusuyla eşdeğerdir.

Birçok erkek akademisyen veya bilim meraklısı, “yayınlamak” fiilini kontrol ve inisiyatif göstergesi olarak görür.

Onlara göre bir araştırmacı, kendi verisini, kendi etik ilkeleriyle ve kendi vizyonuyla yayınlamalıdır.

Ancak sistem içinde “yayımlanmak” zorunluluğu, bu bağımsızlığı sınırlar.

Kısacası erkek bakış açısı şunu sorar:

Bilim insanı mı bilimi yönetir, yoksa sistem mi bilim insanını şekillendirir?

---

Kadınların Bakışı: Empati, Etki ve Toplumsal Paylaşım

Kadın katılımcılar ise bu tartışmaya daha sosyal ve empatik bir çerçeveden bakıyorlar.

Onlara göre bilgi paylaşımı, yalnızca bir akademik üretim değil; insanlar arasında köprü kuran bir eylemdir.

“Yayımlanmak”, bir anlamda bilgiyi ortaklaştırmak, toplumsal faydaya açmak demektir.

Bir kadın akademisyen için makalesinin yayımlanması, sadece bir başarı değil, toplumsal katkı anlamına gelir.

Bu nedenle “yayınlamak” bireysel cesareti temsil ederken, “yayımlanmak” ortak iyiliği yansıtır.

Kadınların bu bakış açısı bize şunu hatırlatıyor:

Bilgi paylaşıldığında anlam kazanır.

Eğer yayınlamak sadece “ben yaptım” duygusuyla sınırlı kalırsa, bilgi bir duvarın arkasına sıkışır.

Ama yayımlanmak, o bilginin toplumla buluşmasıdır.

---

Bilimsel Veriler: Dil Kullanımı ve Yayın Kültürü

Dilbilim araştırmaları, Türkçe akademik yazında “yayımlanmak” sözcüğünün 2000’li yıllardan itibaren belirgin şekilde arttığını gösteriyor.

Google Akademik taramalarına göre 1990-2000 yılları arasında “yayınlandı” kelimesi 78.000 kez geçerken, 2010-2020 arasında “yayımlandı” kullanımı 210.000’i aşmış.

Bu değişim, sadece dildeki sadeleşme eğilimiyle değil, aynı zamanda bilimsel üretimde kolektifleşme ile de ilişkilendiriliyor.

Yani dil, bilimin toplumsal yapısına ayna tutuyor.

“Yayımlandı” artık bir bireysel başarıdan çok, bir topluluğun güven oyu anlamına geliyor.

---

Kültürel Yansımalar: Dil, Kimlik ve Bilimsel Etik

Dildeki bu küçük farklar, aslında kültürün bilime nasıl yaklaştığını da gösteriyor.

Batı’da “to publish” fiili tek bir formda kullanılırken, Türkçe bu eylemi iki farklı duyguya bölüyor: etken ve edilgen.

Bu fark, Türk kültürünün insan merkezli, ilişki odaklı yapısının bir yansıması olarak değerlendirilebilir.

Ayrıca etik açıdan da önemli bir soru doğuyor:

Bir makale yayımlandığında, o bilgiye kimin sahip olduğu belli midir?

Yayımcı mı, yazar mı, yoksa toplum mu?

Bu tartışma, bilimin mülkiyet anlayışını da yeniden düşünmemizi sağlıyor.

---

Forumdaşlara Sorular: Yayın mı, Yayımlanma mı?

Şimdi gelelim beyin fırtınası kısmına, çünkü bu tartışma sadece dilin değil, geleceğin de meselesi:

- Sizce bir bilginin değerini belirleyen şey, onu “yayınlamak” mı, yoksa “yayımlanmak” mı?

- Bilim insanı olarak mı konuşmayı tercih edersiniz, yoksa toplum adına mı?

- Dijital çağda, bireysel içerik üretimi (bloglar, sosyal medya, açık kaynak platformları) “yayınlamak” eylemini yeniden mi tanımlıyor?

- Kadınların empati temelli paylaşım anlayışı, erkeklerin veri merkezli yaklaşımıyla nasıl dengelenebilir?

---

Sonuç: Bilgiyi Paylaşmanın İki Yüzü

“Yayınlamak mı, yayımlanmak mı?” tartışması, aslında bilginin gücünü nasıl anladığımızla ilgilidir.

Bir yanda bireysel ifade özgürlüğü, diğer yanda toplumsal onay ve güven vardır.

Bilimsel gelişim ise tam bu iki kutbun arasında gerçekleşir.

Belki de geleceğin bilimi, bu ikisini birleştiren bir noktada buluşacak:

Kişisel cesaretle paylaşılan, ama toplumsal sorumlulukla yayımlanan bilgi.

Peki sizce gelecekte bilimin dili hangi fiille anılacak?

“Yayınlayan bireyler” çağı mı geliyor, yoksa “yayımlanan kolektif akıl” dönemi mi başlıyor?

Düşüncelerinizi paylaşın dostlar, çünkü bilgi, ancak paylaşıldığında yaşar.
 
Üst